NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
الْحَسَنُ
بْنُ
مُحَمَّدِ
بْنِ
الصَّبَّاحِ
حَدَّثَنَا
أَبُو
نُعَيْمٍ
حَدَّثَنِي
سَعِيدُ بْنُ
عُبَيْدٍ
الطَّائِيُّ
عَنْ بُشَيْرِ
بْنِ يَسَارٍ
زَعَمَ أَنَّ
رَجُلًا مِنْ
الْأَنْصَارِ
يُقَالُ لَهُ
سَهْلُ بْنُ
أَبِي
حَثْمَةَ
أَخْبَرَهُ
أَنَّ
النَّبِيَّ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَدَاهُ
بِمِائَةٍ مِنْ
إِبِلِ
الصَّدَقَةِ
يَعْنِي
دِيَةَ الْأَنْصَارِيِّ
الَّذِي
قُتِلَ
بِخَيْبَرَ
Buşeyr b. Yesâr'dan
rivayet edildiğine göre;
Ensârdan Sehl b. Ebî
Hasme denilen biri "Peygamber (s.a.v.)'in Hayber'de öldürülen Ensarî'nin
diyeti olarak kendi kavmine zekât develerinden yüz tane verdiğini" haber
vermiştir.
İzah:
Buhârî, diyât, ahkâm, kasâme;
Müslim, kasâme; Ebû Dâvûd, diyât 4521; Tirmizî, diyât; Nesâî, kasâme; Ibn Mâce,
diyât; Ahmed b. Hanbel IV, 32, 142.
......sözünde muzaf
mukadderdir. Zira Sehl b. Ebî-Hasme, öldürülenin akrabası değildi. Ama aynı kavimdendi. Bunun için tercemeyi
"kendi kavmine..." şeklinde yaptık. Nitekim 'aynı söz bir başka
rivayette şeklinde geçmektedir ki bu, "kavim" kelimesinin mukadder
olduğunu desteklemektedir.
“ = Zekât develerinden
yüz tane" sözü Sahih-i Buhârî ile Sahih-i Müslim'de" "yanından
yüz deve" şeklinde geçmektedir. Aslında bu iki rivayet arasında bir zıtlık
yoktur. Çünkü "yanından" sözü ile develerin Peygamber (s.a.v.)m emir
ve hükmü altında oldukları kast edilmiştir. Bununla beraber develeri kendi
malından ya da devletin bütçesinden vermiş olması da mümkündür. Zira Kurtubî'ye
göre "yanından yüz deve" rivayeti, diğerinden daha sahihtir. Hatta
bazılarına göre "zekât develerinden yüz tane" jözü râvilerin
hatasıdır. Çünkü zekât, böyle bir yere verilemez. Zekâtın verileceği yerleri
Allah, bildirmiştir. Şâfiîlerden Ebu İshak el-Mervezî, bu hadisin zahiri ile
istidlal ederek zekât develerinden diyet verilebileceğim söylemişse de
âlimlerden çoğu bu görüşte değildir. Nevevî: "Âlimlerin çoğunun tercih
ettiği görüşe göre Resûlullah (s.a.v.), o develeri fakirlere verilen zekât
develerinin arasından satın almıştır," demektedir.
Kurtubî ise bu iki
rivayetin arasını şöyle te'Iif etmektedir:
Peygamber (s.a.v.)
bütçesinin ilgili fonundan, sonra vermek üzere o yüz deveyi zekât develerinin
arasından ödünç olarak almıştır. Ancak el-Menhel yazarı es-Subkî'nin konuya
yaklaşımı, sözü edilen ihtimal ve ihtilâfları bertaraf etmesi yönünden önem
arz etmektedir. Der ki: "Anlaşıldığına göre Peygamber (s.a.v.) çıkması
muhtemel fitneyi önleyip iki tarafın arasını bulmak için o develeri
borçuluların zekât payından almak üzere vermiştir." Borçluların zekât payı
için 1631 ile 1635 no'lu hadislerin açıklamasına bakınız.
Hayber'de öldürülen
ensârînin adı Abdullah b. Sehl b. Zeyd'dir. Onun öldürülmesi olayını Buhârî,
Müslim, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Müslim olayı şöyle nakleder:
"Ebû Leylâ
Abdullah b. Abdirrahman b. Sehl, Sehl b. Ebî Hasme'-den rivayet etmiştir. O da
kavminin büyüklerinden rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Sehl ile Muhayyisa,
içinde bulundukları bir sıkıntıdan dolayı Hayber'e çıkmışlar. Az sonra
Muhayyisa gelerek Abdullah b. Shel'in öldürüldüğünü ve bir kuyuya atıldığını
haber vermiş ondan sonra hemen yahûdilere giderek "Allah'a yemin ederim ki
onu siz öldürdünüz" demiş. Yahudiler:
"Allah'a yemin olsun
ki, onu biz öldürmedik" dediler. Sonra dönüp kavminin yanına gelmiş bunu
onlara da anlatmış, bilâhere kendinden büyük olan kardeşi Huveyyisa ile
Abdurralıman b. Sehl beraber gelmişler, Muhayyisa konuşmak istemiş ki Hayber'de
o bulunmuştu. Ama Resûlul-lah (s.a.v.) yaşı kastederek Muhayyisa'ya:
"Büyüğü büyük
bil" demiş, bunun üzerine önce Huveyyisa konuşmuş sonra Muhayyisa
konuşmuş, Resûlullah (s.a.v.):
"-Ya arkadaşınızın
diyetini verirler ya da savaşa hazır olduklarını bize bildirirler," buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v.)
onlara bununla ilgili mektup da yazmış yahudiler cevabında:
"Allah'a yemin
olsun ki onu biz öldürmedik," yazmışlar. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.) Ruveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a:
"Yemin edip
arkadaşınızın kanına hak kazanır mısınız?" diye sormuş onlar:
"Hayır"
demişler, Resûlullah (s.a.v.):
"Yahudiler size
yemin etsinler mi?" demiş. Onlar:
"Onlar, müslüman
değiller" demişler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):
onun diyetini yanından
vermiş ve onlara yüz dişi deve göndererek evlerine kadar götürülüp
verilmiştir."[Müslim, kasâme]
Muhtaç olana ne kadar
zekât verilebileceği konusuna gelince:
Hanefîlere göre muhtaç
olana zekât olarak verilecek miktar' nİsabtan az olmalıdır. Nisab miktarı
verilmesi mekruh olmakla beraber caizdir. Ancak borçlu olanın, kendisine
verilecek zekâttan borcunu ödedikten sonra elinde nisabtan az bir miktar
kalacaksa veya geçimiyle yükümlü olduğu aile fertleri çok olup verilecek zekât
onlara taksim edildiğinde her birine nisabtan az pay düşecekse, nisabtan fazla
verilmesi mekruh değildir.
Mâlikîlerle Hanbelîlere
göre muhtaç olana bir yıllık ihtiyacına kâfi gelecek miktarda zekât vermek
caizdir.
Şâfiîlere göre ise
muhtaç olana ömrü (ortalama 60 yıl) boyunca ihtiyacına kâfi gelecek miktarda
zekât vermek caizdir.